Mehmet
BAŞBAĞ'yı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Bir yoldaşı anlatıyor:
Televizyonda haberi ilk duyduğumda, net değildi, o
olmayabilirdi. Sonra düşündüm, dedim ki Mehmet bunu bilinçli bir şekilde seçti,
bu seçimin de bir bedeli var… Bugün ya da yarın… Elbette daha farklı
olabilirdi. Kuva-i Milliye Destanı’nda bir Deli
Erzurumlu anlatıyordu. Fedakarca yaşıyor hayatı boyunca,
fedakarca savaşıyor düşmana karşı da. Tek istediği zaferi
görmek. Son hücuma geçildiğinde, düşmanın üzerine koşarken vurulup düşüyor
sırt üstü. Gözleri, hala koşmakta olan arkadaşlarında kalıyor. Mehmet’in gözleri
de bizde kaldı değil mi? O da zaferi görmeyi çok istiyordu çünkü. Yani
gidenlerimiz gözlerini bıraktığına göre, bağımsız demokratik Türkiye’yi de bir
de bıraktıkları gözleri ile görecekler demektir değil mi?
Mehmet de Haydar Başbağ’ın,
Güler Zere’nin, Selami Kurnaz’ın, Eyüp Beyaz’ın gözlerini
taşıyordu. Eyüp’ü örgütleyenler arasındaymış o da. Birçok şey paylaşmışlar.
Sürekli anlatırdı, Eyüp’ün temiz sevdasından, direngenliğinden bahsederdi.
Sonra bir gün, dernekte oturuyoruz. Kapı çalındı, Mehmet hızla içeri girdi.
“Televizyonu açın! Eyüp’ten bahsediyorlar” dedi. Açar açmaz gördük zaten Eyüp abimiz, dakikalar öncesinden katledilmiş zulmün başkentinde.
Sürekli o görüntüler veriliyor. Sonra baktım Mehmet, arka odaya gitti, oradaydı
küçük balkonumuz. Balkona çıktı, hareketsiz göğe bakıyordu. Ağlamıyordu…
“Mehmet” dedim, başka da bir şey söyleyemedim zaten. O da hiç bir şey
söylemedi. Ama orada konuşmadan da olsa, hatta gözlerimizi bile görmeden aynı şeyleri
düşündük, düşündüklerimiz aynı minval üzerindeydi… Güler ablayla akraba
oluyorlar. Birkaç sefer görüşüne gitmişti. Güler abla şehit düştüğünde de, aynı
şeyleri düşünmüştür, biliyoruz…
“Tahir olmak da ayıp değil/Zühre olmak da/ Hatta
sevda yüzünden ölmek de ayıp değil/ Bütün iş, Tahir ile Zühre olabilmekte/ Yani
yürekte…” diyor ya Nazım. Sanırım mesele bizim yüreğimizde neyi, ne kadar
hissettiğimizle ilgili. Şimdi düşününce Mehmet için, onun yerini, onun sırasını
almayı isterdim diyorum. Ama bunun kime ne faydası oluyor değil mi? O bize aslında
ölümüyle de bir ders verdi. Tıpkı yaşamıyla olduğu gibi. Evet,
o dersin sınavını vermek mesele…
Şimdi onu anlatmak bize, yoldaşlarına düştü.
Boynumuzun borcudur şehitlerimizi anlatmak. Güler yüzünü mesela… Düşünüyorum da
Mehmet bana o kadar yıl bir kere bile bağırmadı, biliyor musun? Yani yaptığım
bir sürü yanlış, hata, bir sürü eksik bıraktığım oluyordu. Sonuçta hepimiz insanız
ama o hiç kendini kaybedip yapmadı böyle bir şeyi. Anlaşamadığımız da oluyordu
ama o anlatıyordu. Sabır dedikleri böyle bir şey işte…
Trabzon’da, 2005’te polis provokasyonla
basın açıklamasına saldırtmıştı. Arkalarında polis gücünü gören “hassas vatandaşlar”
vatanı koruyorlardı… O gün saldırıdan sonra birçok kişi bir yerlere dağılmışlardı
açıklamada. Karşıdakiler kalabalıklardı, televizyondan izliyordum. Sadece Mehmet
kalmıştı orada. Ağzı burnu hep kan olmuştu. O hala, sesi çıktığı kadar anlatıyordu
bağıra bağıra duyurabilmek için kendini. “Bizim düşmanımız
Amerika, siz de bize saldırıyorsunuz, bu nasıl vatanseverlik!” diyordu. Bunları
söylerken de, hala bir yerlerden yumruk, tekme geliyordu sürekli. Onlarca kişinin
içinde tek başınaydı, o parktan çıkmamıştı.
Bir de polislerle kavga ederken hatırlıyorum onu.
2008’in ilk aylarıydı. Grup Yorum konseri düzenliyorduk. Polisler geldi siyasi
ve güvenlik şubeden. “Arama” yaptılar konserden önce. Ama aramadan sonra çıkmadılar.
Özel güvenlikçi olduğu için, onların çıkması lazım. “Çıkmıyoruz” diye
direttiler. İnsanlar da gelmiş, kapıda bekliyorlar. Biz de içeride onlarla tartışıyoruz.
Mehmet bağırıyor ama dinleyen kim, yüzsüz herifler.
En son tamam dedi Mehmet çıkmayın, gitti kapıda
bekleyen kitleye açıklama yaptı, böyle böyle dedi.
“Polis çıkmıyor” dedi. Dışarıdan tabii alkışlar, “Polis dışarı” sloganları çıkmaya
başladı, polisler de apar topar çıktılar. Tek kapı olduğundan slogan atan
kitlenin önünden çıkıyorlar. Alkışlar sloganlar artıyor. Bir tane siyasi şubeden
polis kaldı içeride, “Ben çıkmıyorum” diyen. Mehmet de güldü, “Çıkma çıkma”
dedi. Gitti dışarıdaki kitleye çıkmadığını söyledi. Kitle tabii daha coşkulu alkışlamaya
başladı, sonra da amirleri gelip almak zorunda kaldı onu. Büyük bir coşkuyla başladı
konser, o coşkuyla da devam etti. Aynı polis, son gözaltına alındığımızda da düşmanlığını
açıkça ortaya koyuyordu. Mehmet’i özellikle tartaklamaya çalışıyorlardı olmadı.
Tutuklanmadı kimse. Polislerin morali bozuldu tabii. Adliyeden gecenin bir
saati çıktık; çıkarken Mehmet baktı, o polis arabaya biniyordu. Parmağını
salladı ona “görüşeceğiz” diyordu. Poliste indi bağırdı çağırdı. Hepsi o
kadar... Ne yapabilir hiç beklemedikleri bir anda güm diye patladı, korkulan
oldu işte önüne geçemediler korkularını büyüteceğiz….
***
Bir
yoldaşı anlatıyor:
Mehmet’i ölümsüzlüğe uğurladık, başımız sağolsun. Anısını mücadelemizde yaşatacağız. Hayatını
devrime adayan bu büyük adamı ne Karadeniz ne de bu ülke unutmayacak.
Ben Mehmet’i 2002 yılının sonlarına doğru tanımıştım.
Merzifon otogarında gelmelerini bekliyordum, dolmuştan 15-20 kişi indi.
Herhangi bir tarif olmadığı halde direk giderek kucakladım, o da şaşırdı, “Hayırdır,
kimsin sen” diye, ben de kendimi tanıtınca gülüştük. “Nereden anladın biz olduğumuzu”
dedi. Sen de görsen anlardın dedim. Yani Mehmet o kadar “biz”di. Şimdi aradan yıllar
geçti, ölümü yakıştıramıyoruz, inanamıyoruz ama savaş gerçeği bu. Şimdi bize düşen
Mehmet’in Samsun için, Karadeniz için, ülkemiz için kurduğu düşleri yaşama
geçirmek…
Halkımızın gönlünde Mehmet’imizin nasıl bir taht
kurduğunu halkımızın gençliğimize Mehmet’imizi nasıl da güzel anlattığına biz
de tanık olduk. Her ne kadar Mehmet ile karşılaşmamış olsam da onun halkımızda
bıraktığı izleri gördükçe onu daha iyi tanıyacaksın.
Mehmetimiz hiç kimseden bir ayrıcalık
beklemezdi ama yine de gittiği her yerde herkesin yeri başka, Mehmetimiz’in yeri başkaydı. Ben bütün arkadaşlarımıza
Merzifon’u gezdirmekten büyük zevk alırdım ama en çok da Mehmet’le gitmeyi
severdim. Bir ailemize Mehmet ile ilk gittiğimizde hemen oturup fasulye kırmaya
başlamıştık, daha yarım saat geçmeden birde baktım ki, evdeki herkesle samimiyeti
ilerletmiş, şakalaşmaya başlamış bile.
Küçük büyük demez herkese yaşına göre davranırdı
küçük çocuklarla onların yaşıtları gibi oyun oynardı. Şimdi hatırlıyorum da,
onunla her anımız dolu geçerdi. Belki yaklaşık olarak aynı yaşlarda olduğumuzdan
mavra yaptığımız olurdu. Ben eskiden çok gevezeydim,
beni dinlemek için çoğu geceler uykusuz kaldığı olmuştur. Yeter artık susta
uyuyalım demezdi hiç, bazen ben insafa gelir, rahat bırakırdım onu. Hele de bir
15 gün görüşemediysek, anlatacak birikti demekti, onun yolunu gözlerdik,
gelince de ilk sorduğumuz ne kadar kalacağı olurdu o konuda biraz da kurnazlık
yapardık. Onun yanımızda kalacağı süreyi uzatmak için planlarımızı ona göre ayarlardık.
Yoldaşlığı, dostluğu, arkadaşlığı bize doya doya yaşattı. Şimdi soruyorum kendime gerçekten doyduk mu?
Tabii ki hayır, insan güzel olan şeye doyabilir mi? Şimdi bize düşen; o yoldaşlığı,
dostluğu çoğaltmak, yenilerini yaratmak yarın sizlerle Derya Devrimler’le Samsun sokaklarını adımlarken, bir eyleme
giderken, sloganlarımızı haykırırken o hep yanımızda olacak. Dayımızı ölümsüzlüğe
uğurlarken “Devrime Onsuz Ama Onunla Yürüyeceğiz” demiştik. Aynı sözü tabii ki
tüm şehitlerimizle beraber Mehmet’imiz için de söylüyoruz. Anısı önünde eğiliyorum,
sizler orada bizler burada anısını daima yaşatacağız.
***
Bir
yoldaşı anlatıyor:
Bazı insanları anlatmaya sözcük yetmez ya, Mehmet
öyle biriydi. Bir gözüne bakışı, gülümsemesini görmen milyon tane anlam çıkarman
için yeterliydi. O hareket demekti. Adımını attığın yerde Mehmet’i seven ve ona
vefa borcu olduğunu hisseden insanlarla karşılaşabilirsin. Çünkü onun
Karadeniz’in her adımında emeği vardır. Bazı zamanlarda ayda iki defa bir baştan
bir başa gezerdi. Ben üniversiteye ilk geldiğimde Zonguldak’ta tanıştım onunla.
Benim Zonguldak’ı çok sevmemin bir nedeni de orada Mehmet’le yaşadıklarımdı.
Dün televizyonda çıktı Zonguldak ve bir daha adımladım
o sokakları Mehmet’le. İlk bir kafede tanışmıştık,
orayı gösterdi televizyon ve ben o günün mutluluğunu yaşadım. Geldiğimde bizim
üniversitedeki arkadaşları buldum ama gelmeden önce Mehmet’in numarasını almıştım,
konuşmuştuk. İlk birkaç ay Zonguldak’ta olmadığı için tanışamadık ama onu tanıyanların
ağzında hep Mehmet vardı. Sonra bir kış akşamı soğukta bir masada oturduk, o an
neden böylesi adının anıldığını hissettim, sanki on yıllardır tanışıyormuşuz gibiydi.
Çünkü onun samimiyeti, mütevazılığı bunu hissettiriyordu insana.
Ertesi gün (ben yurtta kalıyordum) bir öğrenci
arkadaşın evinde buluşacağız. Gittiğimde ev kalabalıktı. Mehmet mutfakta elinde
bardak bulaşık yıkıyor, bir yandan da gülüyor, bana “Gel gel, bak bunlar
misafirine iş yaptırıyor.” deyip elindekini gösteriyor. Sonra bulaşığı
bitirince bardakları tepsiye dizip belki de 20 kişi olduğumuz salona getirip
masanın üzerine bırakıyor ve şimdi de oturduğu yerde yüzünde kararlı bir
ifadeyle hocamız oluyor…
Mehmet hiçbir işten kaçmazdı, her işi yapardı. Ve
sonra hep Mehmet oldu yanımda. Benim için hareket Mehmet’ti. Mehmet’te yaşamın
dolu dolu geçmesiydi. Evet o
çok direngendi. Düşmanın karşısına tereddüte düştüğü
tek anı yoktur.
Zonguldak’ta yıllar sonra kortej oluşturduğumuz ilk
1 Mayıs’tı. Mehmet de bizimle birlikteydi. Akşamında pankartları yaptık, Mehmet
yine yanı başımızda, öğretiyordu nasıl yapmamız gerektiğini. Şehitlerimizin
fotoğrafları vardı dövizlerimizde… Heyecanlıyız, Mehmet kortejimizin başında.
Polis kameraları giriyor içimize, Mehmet dikiliyor karşılarına. Sivil polisler
sarıyor Mehmet’in etrafını. Ve Mehmet’in cüreti karşısında polisler telaşlı, tertip
komitesi telaşlı. Mehmet bildiğini yapıyor: “Bunlar buradan dağılmadan yürümüyoruz.”
Bize dönüp, “Oturun arkadaşlar!” diyor. Mehmet demiş tabii herkes tereddütsüz
oturuyor. Herkes ikna etme derdinde; polisler “Alırız sizi, bu bizim işimiz
çekeceğiz” diyor, tertip komitesi “Herkesi çekiyorlar, tamam içinize girmesin,
yandan gelsinler” diyor. Mehmet’in bazı taş olduğu anlar vardır, o anlardan birini
yaşıyoruz. Ve beş dakika sonra dediğimiz oluyor, hepimizde bir coşku…
Sonra meydana inmeden bir yokuştan iniliyor, orası
tüm kortejlerin en güzel göründüğü yerdir. Sonra biz oraya geliyoruz. Mehmet’in
o ince sesi yükseliyor. “Titre Oligarşi…” biz heyecanlıyız tabii, “Halk
Geliyor”! Bir anda herkeste bir tebessüm oluyor ama ağzımızdan çıkanla yüreğimizden
geçen sözler bir değil ya biz yüreğimizdekini atar gibi atıp rap rap inince tüm alan yıllardır hasret kaldıklarını alkışlar
gibi alkışlıyor sonra. “Mahir Hüseyin Ulaş…” alanda eşlik ediyor… Sonra alanda
vur halayın gözüne! Eğer ki Mehmet halaya girmişse bil ki keyfi çok iyi, tabii
o da halayda.
Yine Zonguldak’ta 2002 19 Aralık. Bizim yıllar sonra
yapacağımız ilk açıklama, Mehmet yanımızda; bu defa döviz yazmayı öğretiyor
bize… Heyecanlıyız, cetvelle yazıyoruz dövizleri. Açıklamaya az kaldı, gözaltına
alınacağımızı biliyoruz, Mehmet anlatıyor ne yapacağımızı; yine hocamız oluyor.
Sonra birden sordu karnınız ağrıyor mu diye? Biz başta anlamadık ama bir yandan
da herkes nereden bildi diye düşünüyor, çünkü hepimizin karnında bir tuhaflık
var. Tabii Mehmet’ten bir kahkaha daha, gözaltı öncesi olurmuş bu ağrı.
Bir de onunla pikniğe gitmek lazım. Futbol oynamayı
çok severdi. Mendil kapmaca; bir de coşkuyla oynardı bu oyunları. Hayatta her şeyi
coşkuyla yapardı.
Ben çok şanslıyım sanırım. Mehmet hep yanımdaydı,
yine öyle bana öğretmenlik yapacak. Şimdi onu da kattık kendimize, kaç kişi
katmışızdır dersin? “Bize Ölüm Yok”un anlamını şimdi daha iyi kavrıyorum. Şimdi
bize düşen ona layık olmak ve kavgasını büyütmektir. Gidişiyle bize bir ders
verdi. Hem de içimizi yaktı kavurdu dersiyle… Keşke böyle olmasaydı dediğimiz
ders; kurallarına uygun, disiplinli olun dedi. Hiçbir şehidimizin yeri dolmaz
elbette ancak onlar gibi olur ve onların bize verdiği dersleri alarak kavgayı daha
büyütebiliriz. Zamansız patlamaz bir şey… Adalet yerini bulur ve Mehmet’in yoldaşlarına
sonsuz güveni hayat bulur…
Biliyorum ki Mehmet’in Selami ağabeylerden,
Eyüp’ten, Uğur’dan devraldığı bayrağı biz de Mehmet’ten devralıp daha
yükseklere taşıyacağız. O kendisine kendinden önce şehit düşenleri katmıştı biz
de hepsini katıp daha güçlü, daha inançlı yürüyeceğiz. Ve ben Mehmet’in beni
ben yapan ve hala yol göstermeye, eğitmeye, öğretmeye devam eden emeklerine,
son nefesine kadar layık olacağım diyor ve onu olanca sevgim ve saygımla bir
kez daha anıyorum…
***
Bir
yoldaşı tarafından yazılan şiir:
Mehmet Başbağ Ölümsüzdür
O İnce Mehmet idi yıldız gibi kaydı hayatımızdan
Tıpkı diğerleri gibi adını yazdırdı şanlı tarihimize
Azmi kararlılığı iradesi yol gösterdi tüm yoldaşlarına
Davasını mücadelesini onuru saydı son nefesine kadar
Düşmanına karşı karadenizin
hırçın dalgası oldu
Defalarca en sert bir tokat gibi yüzlerine patladı
Halkları için duru bir su oldu sakin ve usulca akan
Herkesi dinleyerek kendisini de dinletmesini bildi
Anlattı inancını anlattı kavgasını son nefesine
kadar
O hasretti özlediği umudun büyültüleceği kızıl
günlere
Herkes bilmeli idi..
halklarımız görmeli duymalıydı
Vakti az kısıtlı idi durmadan anlatması gerekiyordu
O örnek almıştı kendisine devrim şehitlerimizi
O örnek almıştı kendisine özgür tutsaklarımızı
O örnek almıştı kendisine partimizi-önderlerimizi
Örnek aldığı tüm değerlerimizle kucakladı ölümü
MEHMET BAŞBAĞ ÖLÜMSÜZLEŞTİ
***
Mehmet
Başbağ İçin Yazılmış İki Şiir
Biz Büyüdük
Mehmet Abi… Büyüdük De Şiir Yazdık Umuda...
Umut dedik en başta,
Dedik de düştük yola.
Anlamadık, acemiydik önceleri
Ayağımız takıldı, düştük birkaç defa.
Dizlerimiz yaralandı, ellerimiz kanadı.
Dayan dedik, kalktık ayağa.
Umut dedik en başta,
Dedik de düştük yola.
Sezmiştik aslında, dolanıyordu sokaklarda.
Tarih bunun üzerine yazılıyor dediler, şaşırdık.
Silahlar yok edilmesi için yapılıyor dediler, kızdık.
Uykularımızı böldü, rüyalardan uyandık.
Öğren dedik, baktık dünyaya.
Umut dedik en başta,
Dedik de düştük yola.
Evet, anladık sonunda.
İşte gülen çocuğun gözlerinde,
Simitçi Muhammet’in ellerinde.
Tam da burada, yanı başımızda,
sokaklarda.
Sarıl dedik, atıldık kavgaya.
Umut dedik en başta,
Dedik de düştük yola.
Bir ara umut kuryeliği yaptık,
Anlatmaya çalıştık insanlara.
Otobüslerde umut taşıdık,
Umut neferlerinden aldığımız ışığı
Tarlalara fabrikalara bıraktık.
Yaşıyoruz dedik vardık farkına!
Umut dedik en başta
Dedik de düştük yola.
Anlamını gördük fotoğrafında.
Başbağ Mehmet’in yüzünde kalan
İnce ve sonsuz tebessümdür dedik.
Unutmuyoruz dedik düştük ardına.
Umut dedik en başta
Dedik de düştük yola.
Şehrimizin rengine büründü biraz,
Hamsi koktu, mısır unu kıvamında umudumuz.
Yeşerdi serpildi Karadeniz yağmurunda
Ve ant içtik
Mısır ekmeği, hamsi ve umudun adı aşkına!
Buradayız dedik, selam ettik dostlara!
TRABZON
***
…
Atina’dan Elazığ’a
Mahalle Fevzi Çakmağa
Girensin kara toprağa
Mehmet Başbağ ölümsüzdür
Tüm şehitler ölümsüzdür
Paramparça paramparça
Ciğerimiz paramparça
Vücudumuz paramparça
Mehmet Başbağ ölümsüzdür
Tüm şehitler ölümsüzdür
Karadeniz gazetesi
Özgür Karadeniz sesi
Tasarlayan emekçisi
Mehmet Başbağ ölümsüzdür
Tüm şehitler ölümsüzdür
Yüzü güleç sevecendi
Yoldaşlık ruhu verendi
Bu düzene haykırandı
Mehmet Başbağ ölümsüzdür
Tüm şehitler ölmsüzdür
Bektaş karanfiller ölmez
Harlanan ateş ki sönmez
Dönmez ki yolundan dönmez
Mehmet Başbağ ölümsüzdür
Tüm şehitler ölümsüzdür
16 Ekim 2011- Bektaş Özcan